Özgür Ruhun Kalesi Nur Öztürk İlk'in Kaleminden

Özgür Ruhun Kalesi Nur Öztürk İlk'in Kaleminden

’'ÖZGÜR RUHUN KALESİ’’

NUR ÖZTÜRK İLK


Gazeteci yazar Cafer Özilhan'ın yeni kitabı Martı Çığlıkları’nı şöyle anlatıyor:


 
"Vicdanımın sessizce yazıya dökülmüş isyanıdır"
 
Topaçlar, Mavi Kanatlı Kuş, İnsan Kozası kitaplarının yazarı deneyimli gazeteci Cafer Özilhan'ın yeni kitabı Martı Çığlıkları’nı konuştuk.  Hikayesi olan insanın günümüz dünyasındaki mücadelesini anlatan yazar, hakikat arayışının izinden giderek yaşadığımız çağa farklı bir bakış açısı sunuyor
 
 
Nur Öztürk İlk
 
NÖİ: Martı Çığlıkları, hangi ruhsal yolculuğunuzun ürünü?
 
Yazmak, "iy(i)leştirir" diye yola çıkıp, gerçeğin izinden giderek Hakikat arayışın sancılı yolculuğunda kaybolmamaya çalışmanın dördüncü ürünü Martı Çığlıkları.
 
NÖİ: Hakikat arayışı neredeyse insanlık tarihi kadar eski. Bugüne nasıl bir bakış açısı sunuyor,  Martı Çığlıkları...
 
İnsanlık tarihi boyunca aranan gerçeğe ulaşmak, tüm toplumsal değerlerin yok edilmeye çalışıldığı, yozlaştığı, maddi değerlerin manevi değerlere tercih edildiği günümüzde daha da zor... İnsanın insana katkısı olması gerektiğinin bunu da vicdan ve etik değerler süzgecinden geçirilerek örnek olabilme misyonunun ne kadar gerekli olduğunun altını çiziyor, Martı Çığlıkları.
 
NÖİ: Ruhsal arşivinizden bakılırsa size göre yazılarınız gücünü nerden alır?
 
Çok sık neden yazıyorsun diye sorulur yazana. Bunun cevabı yazmak nedir sorusunda ve yazmanın tanımına bağlı. Okulda kompozisyon yazmak, gazeteci olarak haber yazmak. Gazeteci olarak hep okura ulaşan haberler söyleşiler yazarken, kendim için yazdığım günlüklerim, notlarım, bu konuyu şöyle yazardım diye sadece kendimin okuyup sakladığım yazılarım oldu hep, öznesi ben olan anılar, duygular, an olarak yaşanılan psikolojik inişler çıkışlardan oluşan bir arşivim, daha doğru bir deyimle kendimi gördüğüm bir aynam oldu hep. Yazmaktan "yazarlık " kastediliyorsa ben yazar olmadım hiç, gazeteci ve iyi bir okurum...
 
NÖİ: Sizi ne tetikler?
 
Öyle ilham perim geldi yazayım da değildir yazmak. Yaşanan ve yaşatanlardır yazdıran. Günün herhangi bir saatinde, bir haber, bir olay, bir ses, okuduğum kitaptaki bir cümlenin beni vicdanımın arşivine sürüklemesi. İlham perisini yok saymakta haksızlık olacaksa, insanın yaşamını şekillendiren, yaşamında var olan sevgiyi yaşamın renklerini gösterip yaşatan paylaşandır yazdıran.
İlk kitabım TOPAÇLAR, MAVİ KANATLI KUŞ, İNSAN KOZASI ve MARTI ÇIĞLIKLARI'nı yazarken de gerçeğe ulaşmanın yolunun kişinin öncelikle kendisini sanık sandalyesine oturtmasından geçtiğini anladım.
 
NÖİ: Yani sanığın da yargıcın da aynı olduğu sancılı arayışı sürdürürken, kırıp dökmemek mümkün mü? Gazeteci olmanız sebebiyle tanıklıklarınızın etkileşiminden de bahseder misiniz?
 
 Bu sorunun yanıtı ilk kitabım yayınlandıktan sonra gelen olumlu olumsuz tepkilerde de gizliydi. Aslında gerçeğin izinden hakikati ararken fincancı katırlarını da ürkütmüşüm. Mavi Kanatlı Kuş'u yazmaya başlarken "Neden yazıyorsun?" sorusunu kendime yönelttim yeniden. Ve M. Kemal Atatürk'ün 1929 yılında "Gazeteciler, gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalıdır” sözlerini anımsadım yeniden. Çeşitli mesleklerin göreve başlarken yaptığı yeminler olduğunu biliyorum. Gazeteciliğin ise özel bir yemini yok. Gazetecinin yemini vicdanı...
Meclis kürsüsünde yemin ederken tek ayağını kaldıran, elini kalbinin üzerine koyan, besmele çeken, sol yumruğunu havaya kaldıran bazı vekillerin kürsüden indikten sonra o yemini hatırlamadığına sadece gazeteciler değil toplum da tanıklık etmiştir… O nedenle mesleği görevi ne olursa olsun vicdanıyla cüzdanı arasına sıkışanlardan olmaktansa, vicdanımla hesaplaşmayı tercih edişim ve yaz diyen iç sesimin kaynağı da inancım, inandığım değerler ve ailemin bana bıraktığı "yaşam öğretisiydi" ki bu benim için çok değerli bir mirastır.


 
VİCDANIMI SESSİZCE YAZIYA DÖKÜYORUM
 
NÖİ: Öznesi insan olan gazetecilik, yazı serüveninizi nasıl etkiledi?

 
Gazeteciliğe ilk başladığım günden bugüne, özel yaşamımda, mesleki yaşamımda ve yaşadığım her olayda, "önce insan" sözünü anımsadım bu nedenle. Çağa tanıklık etmek gibi çok iddialı bir söz söylemek "hadsizlik" olacak biliyorum, hele "duayen, cesur, korkusuz" diye tanımlanan gazetecilerin suni güç ve makyajlı dönemsel albenilerini izleyip okurken. O nedenle, benim tanıklığım çağa tanıklık değil, vicdanımın sessiz yazıya dökülmüş isyanıdır.
 
NÖİ: Hayatın akışı mı akışın hayatı mı etkilediğini düşünürsünüz?
 
Yarım asra yakın hayatın akışını tuttuğum günlüklerde, aldığım notlarda ‘yaşanmış’ olana, ‘insani duygularımı’ ekledim öyküleri yazarken. Akışa hazırlıklı olma kaygısı da taşır bu eylem.  Günlükleri ve notları öyküleştirmeye karar verdiğim anda da hep ‘insanı insan yapan değerleri’ anımsadım, yaşamımın her döneminde, içinde yaşadıkları toplumu, çalıştıkları iş yerini, siyaset yaptığı parti ya da örgütü tahrip eden, mesleki ve siyasi değerleri, kendi kişisel hırs ve çıkarından sonra anımsayanları tanıdıkça, bataklıkta yok olmamak için kaybettiklerimin kazanım olduğunu yaşadım. Bazı insanların timsah gözyaşları akıtırken "yine kaybetti aptal" sevinç çığlıklarını da sevinerek kazanç haneme yazdım.
 
NÖİ: Kitaplarınızdaki örgüyü okuyucularımızla paylaşır mısınız?
 
İlk kitabimTopaçlar’ da kişisel olarak hem kendimle hesaplaşmak hem de ‘paranın peşinden hızla koştukları için, ahlakın yetişemediği insanları’ anlatmaya çalışmıştım.
MAVİ KANATLI KUŞ ise, esen yele, siyasi ve ekonomik güce sığınıp kırıp dökmekle yetinmeyip yıkıp yok etmek isteyenlerin, topacın döndüğü yerde bıraktığı izlerden çıkan yüzleri taşıyor kanatlarında.
İNSAN KOZASI ise 50 yılı aktif gazetecilikte geçen 70 yıllık yaşamın siyasi mesleki sosyal ve psikolojik izleri, gerçek yaşanmışlıkların artçıları. Neden yazdın diye soranlar kadar, "kim bu öykülerin özneleri?" Sorusunun yine sorulacağını bildiğim MARTI ÇIĞLIKLARI ise daha çok, yaşamın içinde var olan, hepimizin tanıdığı, kendilerine ayna tutulmasını istemeyen bundan rahatsız olan siyasi ve medya dünyasının çok bilindik yüzlerin gerçeği olmakla birlikte ağırlıklı olarak içsel bir çatışma.
 
NÖİİ: Bir nevi kaos yaratım sürecinizi belirliyor diyebilir miyiz?
 
İnsanın insana olan sevgisinin, insan ilişkilerinin, insanlığın var oluşundan beri var olan yozlaşmanın son on yıllarda giderek "yaşam şekli “olarak kabul edilmesinin, toplumda insanlarda yansımaları beni çok etkiliyor.  Kaostan kaçışımız yok ne yazık ki... Kaosu gözlemlerken küçük umut kırıntıları, etik, vicdan gibi değerleri de okuyucuyla paylaşma etkileşimi eğitici bir süreci de getiriyor.
 
ÖYKÜLERDEKİ BENİ BULMAK
 
NÖİ: Okurlarınız hikayesi olan insanları benimsediler mi?

 
Okurlar genellikle, bu masalın öznesi figürleri kim? sorusunun cevabını duymak istiyor. Aslında, her insanın bir hikayeleri vardır, hikayesi olmayan insan yoktur. Hikayesini kabul etmeyen, hikayesinde çuvaldızı kendine batırmaktan korkanlar "benim hikayem yok" der. Yazanı ben olduğum kitap bana ulaştığı anda, tanımadığım bir yazanın (Yazar tanımını kendim için kullanmıyorum. Dünya ve Türk Edebiyatındaki saygın yazarlara saygımdan) kitabını okuyorum. Ve öykülerdeki beni buluyorum, kendimle tanışıyorum yeniden. Ve yaşamımda var olmuş, var olan olumlu olumsuz izler bırakmış toplumun birer parçası olan gerçek yüzleri.
 
NÖİ: Peki gökten üç elma düşse...
 
İsim mi? Masallar hep gökten üç elma düştü... diye biter ya, yaşanmış gerçeklerden, ete kemiğe dönüşmüş "Hakikat" öykülerde elmanın kimin başına düştüğüne değil o elmayı yiyenlere bakan ve gören, anlayan, kendinde de var olanı görebilen herkes öykülerin birer öznesi.
 
Teşekkür ederim Okuru bol olsun...