Ruhumuza sırtı dönük yaşamak zorunda bırakılmak…

Ruhumuza sırtı dönük yaşamak zorunda bırakılmak…

NUR ÖZTÜRK İLK

En sevdiğim film türlerinden biri olan korku, Türkiye gündeminin ruhumuz üzerinde yaptığı faşizan baskının yanında, bütün cazibesini yitirdi. Günlerdir mide krampı içinde beklediğimiz Narin davası, Pınar davası, çocuğuna tecavüz eden baba, yeni doğan çetesi, görevini layıkıyla yapamadığı için KartalKaya’da 78 ve Konya’da da 2 canımızı ebediyete uğurlamamızın acısını yaşayamadan genç vatan evladı teğmenlerimizin ihraç kararı…

Bu gündeme seyirci bırakılmak zorundaysak artık korku filmi seyredecek gücümüz olabilir mi?

Araya giren irili ufaklı konular, oldubittiye getirilen emekli ve asgari ücret zamlarını, mertçe seçim meydanlarında yarışmak yerine türlü oyunlarla içeri tıkılmaya çalışılan siyasetçileri, işini yaptığı için hapse atılan gazetecileri, bu

derin yozlaştırma politikası karşısında unuttuk bile...Çoğunun tek derdi çim biçmek olan bir Kanadalının ömrü hayatında bir veya birkaçını yaşayabileceği bu olayları, ardı arkası kesilmeden yaşayabilmek de ancak Türk halkına biçilmiş zavallı bir kader, ne yazık ki…

Ben izninizle, bir asker kızı olarak teğmenler konusunda içimi siz kıymetli Arka Haber okuyucuları ile paylaşmak istiyorum…

Korku salarken korkmak…

Kariyer. Net’te teğmenlik mesleği ve gerekli eğitimleri şöyle anlatılır:

Teğmen sözlük anlamıyla “hücum eden” alamı taşır. Görev aldığı bölükte, takım veya tim komutanı olarak da çalışan subaydır. Teğmenin apoletinde bir yıldız vardır. TSK ''subay'' sınıfına dâhildir. Teğmenin en önemli görevi, başında bulunduğu takımı, ordunun hiyerarşik düzenine göre sevk ve idare etmesidir.

Bu önemli görev içinde zorlu bir eğitimden geçmek gerekir. Teğmen olmanız için 4 farklı seçenek vardır. Bunlar; Harp Okulundan mezun olmak, asteğmen olarak görev alırken teğmenlik sınavında başarılı olmak, 9 ay boyunca asteğmen olarak görev yapmış olmak ve sözleşmeli teğmen olarak göreve başlamaktır.

Eğitim - öğretim süresi, yabancı dil hazırlık sınıfı ile birlikte 5 yıldır. Askerî öğrenciler; Dekanlık bünyesindeki akademik öğretimleri ile eşzamanlı olarak Öğrenci Alay Komutanlığı tarafından yürütülen uygulamalı askerî eğitimler ile beden eğitimi ve spor faaliyetlerini başarıyla tamamlamaları durumunda mezun

olabilirler…

Bu ülkenin kurucu ve tek lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün deha düzeyindeki savaş stratejilerinin yanında ilke ve inkılapları, bu eğitimlerin adeta can damarıdır. Öyle ki, Atatürk’ün Harp Okulu’ndaki numarası olan 1283 yeni

öğrencilere verilmez ve o numara geldiğinde, hep bir ağızdan “içimizde” diyerek gözlerimizi yaşartırlar…

Tören bitmiş, genç mezunlar, Atamıza bağlılık yeminlerini kendilerine verilen simgesel kılıçlarla bir kez daha hatırlamak istemişler ama birileri bunu tehdit kabul etmiş... Vah vah…

Sadat gibi yapılanmalara ve koruma ordularına sahip olanların, yalnızca bir simgeden bile bu denli rahatsız olması ne kadar ironik… Bir yandan güç gösterisi yaparken, diğer yandan bu denli korku içinde olmak büyük bir çelişki değil mi? 

Bir yandan korkuturken bir yandan da bu kadar korktuğunun altını çizmek… Ne büyük bir gaf…

Hutbeye var, teğmene yok

Bugüne kadar geldiği farz edilen yaklaşık128 bin peygamberin birçoğu yoksulluk içinde görevlerini yaparken, Ayasofya’yı 86 yıl sonra ibadete açılması sırasında, bütçesi arşa değen Atatürk’ün kurduğu Diyaneti temsil edenlerin  elinde tuttuğu kılıç, gerçekte onun “kılıç hakkı” mıydı?

Fatih Sultan Mehmet’in “Ayasofya benim kılıç hakkımdır” demesiyle, kendi çocuklarını bile terbiye edememiş, arabasının anahtarıyla övünüp, Türk halkına, gassal gibi saçma sapan bir diziyi izlemediği için “oğlummm” diye hitap etme cüretini gösterenlerin elinde tuttuğu kılıç aynı şey mi?

Bu kadar alakasız bir durumda elinde kılıçla hutbeye çıkanlar, tehdit kabul edilmedi de Atasının askeri olmayı gurur sayan teğmenler mi tehdit kabul edildi?

Tutalım ki tehdit kabul ettiniz? Bir zamanlar salya sümük Fetö’nün yanında hasret şarkıları okuyanları, ‘hata yapma hakkını” kullandı diye aklayanlar, Teğmenlerimize de aynı hoşgörüyü gösteremezler miydi?

Gösteremezsiniz… Çünkü sizler, laikliğin yeşerdiği özgürlük ortamında, gelişir, serpilir, sonrasında da yokmuş gibi davranırsınız. Öyle ki, bizi biz yapan değerleri hiçe sayıp, şehit kanlarıyla sulanan vatan kavramını ve politize olmayan gerçek dindarları, “seccademi yaydığım yer vatanımdır” diyecek kadar küçümsersiniz…

Çok merak ediyorum… Başörtüsünü bile laikliğin teminatı sayesinde örten genç kadın, “laik azgınlığa son” pankartını taşırken, amacından uzaklaşmış STK’ların taciz ettiği çocuklarımız için “dindar'' gözüken istismarcıların ''azgınlığına son” pankartını da taşıyabilecek vicdana sahip mi?

Bu güzel ülkede, yaşanacak o kadar güzellikler ve yapacak o kadar kıymetli işler varken, acı içinde ruhumuza sırtımızı dönmek zorunda bırakılmanın derin çaresizliğini yaşamaktan bıktık. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün savaşın çetin koşullarına ve hastalıklarına aldırmadan 57 yıllık hayatına sığdırdığı Türkiye Cumhuriyet’i, bize güç veren ilham kaynağı olmaya devam edecek ve buna kimse engel olamayacak…