Nerede o güzel insanlar…

Ülke ekonomik, sosyal, siyasal ve toplumsal ahlaktan her gün bir karanlığa gidiyor. Eğitim tarikat ve cemaatlere, yeşil alanlar rant sever müteahhitlere, ekonomi ve enflasyonu evden, faizi apartman görevlisi Sadık'tan aldığı bilgilerle belirleyen bürokratlara teslim olmuş durumda. İktisat ilminin kuralları, eğitimin geleceği inşa eden yönü unutulmuş. İlerine gelen cehalet, adeta aydınlanmanın düşmanı olmuş…

Nerede o güzel insanlar…

Siyaset ise insanlığını unutmuş bambaşka bir bataklık girdabında. Kürsüde konuşurken kalp krizi geçirip düşen milletvekili son nefesini verirken, "oh sen misin iktidarımızı reisimizi eleştiren Allahlın gazabı bu işte..." diye göbek atan, muhalefetin eleştirilerini dinleyip etkilenir korkusuyla partisinin grubunu tavukları kovalar gibi el kol işareti ile " hadi hadi dışarı" diyen kovan milletvekillerine rastlıyoruz.

Bununla da kalmıyor… Dini bilgileri kayınvalide baldız üvey evlat diyen DİB'e, okul kurs milli eğitim müfredatını çocuklara taciz ve tecavüzlerinin eksik olmadığı tarikat ve cemaatlere teslim eden siyasi irade, şehitlerimizi bile yok saymaktan çekinmiyor. Öyle ki, 12 Mehmet'in terör örgütü PKK tarafından şehit edildiği gün milli yas ilan edilsin diyen Ana muhalefet partisine, TBMM ye bilgi vermek yerine klasik, ezdik yok ettik söylemi ile palyatif bir cevap veriyor. Diyor ki, “ 12 Şehit verdik 16 terörist öldürdük.” Senden istenen kahramanlarımıza karşı son görevimizi yapmak, saygımızı sunmak.  Sağır olmuş kulaklar, alışılmışın ötesine geçemiyor ve yerel seçim öncesi yine terör, teröre yardım eden muhalefet partileri senaryosunu uyguluyor. Yakında, dağda PKK’lı teröristlerle tokalaşan CHP lideri Özgür Özel, belediye başkanları İmamoğlu ve Yavaş’ın sahte videoları yayına girerse hiç şaşırmamak gerek.

Medya’nın Guernica’ları…

Kemal Kılıçdaroğlu'nun yer aldığı sahte videoları, "bizim gençler hazırlamış yapmış” diyerek sahiplenen AKP Genel Başkan’ını unutmamak gerek. Ve tabii medya dünyasında var olma nedenleri, siyasi ve ekonomik gücün sesi olan, sadece önlerine konulan emrin  “gereğini yapmak" için bir biri ile yarışan, “yalakalığın getirisini en iyi yalakalar bilir" diyerek kendi medya mahallesine yol gösteren sözde gazeteci/yazarlar işin utanç tablosu hatta Guernica’sı… Bunların muhalefet gibi görünüp muhalefeti dizayn etmeye, iktidara yönelecek tepkileri muhalefet parti ve liderlerine yönlendirme görevi üstlenmiş, Atatürkçü maskeli medya şövalyelerinin bugünün karanlığına katkılarını da unutmamak gerek...

Genel çizgileri ile milli dini tüm değerler yok sayılıp, insana özgü tüm güzel özellikler karanlığa gömülürken, bir hayvana bir insana yardım elini uzatan bir insanı görünce " O çok şükür insanlık ölmemiş..." diye sevinmemizin temelinde de işte bu " yok olmasın" diye mücadele ettiğimiz İnsan olma özellikleri yatıyor. Gerçekten insanlığın ölmemesi, her şeyin para, her şeyin lüks içinde, yediği önünde yemediği arkasında, bugün on yarın 50 kazanayım da ölen insanlık olsun diyenlere dur demek için ne yapmalıyız? Herkes kendi vicdanın da kendi yüreğinde insan resmi çizse, sonra o resmi alıp yüzünde ki maskeyi çıkarsa önceliğimiz olan insanlığı kurtarabilir miyiz?

Aslında, gazete ve sevgili Nilgün Ege, "Hadi nerede yazı..." diye bağırmasa canım hiç yazmak istemiyor bu hafta. Neyi kimi yazalım ki? O aday olsun bu olmasın, abim velinimetim, paşam, başkanım yakışır o koltuğa sözlerini mi?

İçimiz de, yolda yürürken yanımızdan geçen, bir yerde otururken gördüğümüz, bir işyerinde alın teri ile ekmeğini kazanmaya çalışırken, patronundan fırça yemeyi belki işinden olmayı göze alan temiz insan kalmış insan kalmaya çalışan emekçileri mi? Ben yaklaşık 15 gün önce böyle bir insan tanıdım. Ve dedim ki umutsuzluğa yer yok, ne kadar karanlık olursa olsun insan olanları görmeye tanımaya onlarla beraber yürümeye çalış. Hani, bir dizi vardı "Bakın bakın ne diyeceğim" repliği ile ünlü... Bakın ne oldu?

Ev de temizlik yapıyorum. Öyle böyle değil, ince temizlik... İki elimde toz bezi. Sandalyenin üstünde kütüphanenin en üst rafının tozunu alıp siliyorum. Görünmez kaza derler ya, düşüp kafamı kolumu kırsam bu kadar canım acımaz diyeceğim bir kaza. İki fotoğraf çerçevesi düştü... Çerçeveler, fotoğraflar duruyor camlar paramparça... Canım yanıyor. Süpürge aç, temizle, cam kırığı var mı? Kontrol et, biliyorum yok, olsa da canımın acısından anlamam...

Hazırlanıp çıktım. Cam işleri yapan bir yer arıyorum. 45 dk. Sora sora bir ara sokakta buldum. 5 katlı binanın en altında otoparktan bozma bir işyeri. 10 kişi, kalıplar halinde camlar kesiyor. 45-50 yaşlarında bir çalışan, şaşkın yüzüme gülümseyerek baktı. Anlattım... "şuradan" dedi parmağı ile kapıyı gösterdi, "5. Kata çıkın orada yönetim odası ile konuşun, ödeme yapın makbuzla gelin yaparız"

Sevindim, beni, bu yaşta 9'ar basamaktan 45 basamak bile durduramaz... Çıktım. Karşılıklı ikişer masa, yaş ortalaması 25'i geçmeyen iki kadın iki erkek. Girişte oturana anlattım çerçeveleri gösterdim, şöyle bir göz ucuyla baktı, kaba, saygıdan uzak;  " 40 lira ver" çıkardım cebimde kalan son 100 lira. Yazmaya başladığı makbuzu bıraktı, "git, bunu bozdur gel"  Çerçevelere baktım, fotoğraflarda, "Sakin ol baba " diyen bir yüz...

Sözüm ona modern çağın patron kazması

duyarlı çalışanı hak ediyor mu?

"Bakın, 45 basamak çıktım. 45 inip 45 çıkıp bir 45 daha inmem gerekir onun için. Siz makbuzu yazın, aşağı telefon edin, çalışanlar yapsın bende o sürede parayı bozdurup ödemeyi aşağıda yapayım..." Gözleri karşısında oturan arkadaşında "olmaz, ne dediysem o..."  Sağ ayağım titremeye başladı, bu kez "Babaa yapma sakin... " diye bağırdı çerçevede ki yüz.

"Yazık" dedim yüksek sesle "kıçının altına bir koltuk, önüne bir masa konulan herkesi insan diye düşünmek ne acı" ilk kez dikkatle baktı yüzüme " Ne diyorsun yaaaa?" Sesi söylediğimi anlamadığının göstergesi... Anlasın diye anlayacağı dille, parmağımla pencereyi göstererek "diyorum ki, şu oturduğun koltukla birlikte 5. kattan seni atarım...5 katı iner kalan parçalarına tükürürüm. Ama insandan sayılırsın o zaman..."  dedim,  4 çift gözü ardımda bırakıp 45 basamağı indim... Girişte beni karşılayan çalışan, "Ne oldu? Yapıyor muyuz?" Nefesimi topladım, alnımda biriken teri sildim kâğıt mendille... "yok" dedim. "Yukarıda bir sivri zekâ var..." diye kustum öfkemi. Dinledi, elini uzattı "Ver onları bana, sen sokağın girişinde bekle"

Gözleri ışıl ışıl sevgi dolu bakıyor, tereddüt etmeden uzattım. Çıktım, sokağın girişinde beklerken parayı bozdurup, vereceğim parayı hazırladım. Yaklaşık, 10 dk. Sonra geldi. Çerçevelere cam takılmış... Uzattım parayı. "Ne parası abi... Bunun masrafı yok ki bize, çöpe attığımız parça camları kullanıyoruz bu işler için... Küçük bir emeğimiz var, Ama insanlık ölmedi, o da helal olsun " gülümseyen yüzüne baktım, çerçevelerin düştüğü andan itibaren acıyan yüreğim de gülümsüyordu...

Gelin artık daha fazla geç kalmadan önce "INSANI" kurtaralım, insani değerleri öldürdüğümüz yok ettiğimiz içindir yaşadığımız bu karanlık...