Nellie Bly ve Gazeteciliğin Bugünkü Yüzü

Nellie Bly ve Gazeteciliğin Bugünkü Yüzü

NİLGÜN EGE

Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü. Kutlayanlar var, kutlamayanlar var. Kimisi mesleğin değerini yüceltmek istiyor, kimisi de hüzünle bugünkü durumunu sorguluyor. Ama ben bugün sizinle kutlama ya da eleştiriden çok, cesaretiyle gazetecilik tarihine damga vurmuş bir isimden bahsetmek istiyorum: Nellie Bly. Hem onun sıra dışı hayatını hatırlayalım hem de bugünün gazeteciliğiyle kıyaslayalım.

Nellie Bly, tam adıyla Elizabeth Jane Cochran, 1864’te Pennsylvania’da doğmuş. Babası, yargıç ve aynı zamanda toprak sahibi bir iş adamıydı ama Bly henüz altı yaşındayken öldü ve ailesi ciddi bir yoksulluğa sürüklendi. Annesi, kötü sonuçlanan bir ikinci evlilik yaptı ve Bly, daha çocuk yaşta annesinin boşanma davasında tanıklık yaparak ona destek oldu. İşte burada, kadın hakları mücadelesiyle ilk temasını yaşadı. Daha sonra soyadına “-e” harfini ekleyerek Cochrane soyadını kullanmaya başladı; belki de kadın dayanışmasını simgelemek için.

18 yaşında, The Pittsburgh Dispatch gazetesinde yayımlanan cinsiyetçi bir yazıya karşı kaleme aldığı mektup, gazetenin dikkatini çekti ve ona iş teklif ettiler. Böylece gazetecilik kariyeri başladı. Ancak o dönemin kadın muhabirlerinden beklenen, bahçe düzenlemesi ya da ev dekorasyonu gibi konular üzerine yazmaktı. Nellie Bly ise bunlarla yetinmek istemiyordu. Kadın hakları, işçi sınıfı ve toplumsal adalet gibi konulara odaklandı. Bu çabaları, iş çevrelerinden baskı gördü ve sonunda gazeteden istifa ederek şansını NewYork’ta denemeye karar verdi.

New York’a gittikten sonra Joseph Pulitzer’in sahibi olduğu New York World gazetesinde çalışmaya başladı. Ve işte, o ünlü haberi bu dönemde yaptı: Blackwell Adası’ndaki akıl hastanesine kendini akıl hastası gibi göstererek sızdı. Oradaki kötü muameleleri, soğuk duşları, bayat yemekleri ve fiziksel şiddeti belgelerken 10 gün boyunca orada kaldı. Yazdığı haber dizisi büyük bir yankı uyandırdı. Bu yazılar, sağlık alanında reformların başlamasına vesile oldu. İşte gazeteciliğin gücü böyle bir şeydi.

Yıllar sonra, Jules Verne’nin Seksen Günde Devri Alem kitabındaki Phileas Fogg’un hayali rekorunu kırmak için dünyayı dolaştı. 72 gün, 6 saat ve 11 dakikada dünya turunu tamamladı. Bu yolculuk, gazeteciliği sadece bilgi vermekle değil, aynı zamanda cesaret ve macerayla da ilişkilendirdi.

Şimdi, Bly’ın bu hikâyelerini dinleyince insan bugüne dönüp şu soruyu soruyor: Gazetecilik bugün nereye geldi?

Eskiden gerçeği aramak ve halkı bilgilendirmek bir gazetecinin en temel göreviydi. Bugün ise sosyal medya, haberin hızını artırdı ama derinliğini kaybettirdi. Artık herkes bir telefon kamerasıyla “gazeteci” olabiliyor. Günümüzde ise “bir tripod, bir telefon” gazeteciliği dönemi başladı. Kebapçısından emlakçısına herkes sosyal medyada içerik üretiyor ve maalesef, bu içerikler gerçek gazetecilerin haberlerinden daha fazla ilgi görüyor.

Düşünün, bir kebapçı, sosyal medya paylaşımlarıyla halkın gözünde daha fazla saygı görürken, yıllarını bu mesleğe vermiş bir gazeteci mahkeme koridorlarında kendini savunmaya çalışıyor. Bugün gazetecilik sadece sansür ve baskıyla değil, aynı zamanda değersizleştirme ve itibar kaybıyla da mücadele ediyor.

Bunun en büyük nedenlerinden biri, sosyal medyada doğrulama ve araştırmanın yerini sansasyon ve hızın almış olması. Bugün, bir haberin ne kadar hızlı yayıldığı önemli, içeriği değil. Oysa gazetecilik, gerçeği aramak, halkın vicdanı olmak ve yanlışları ifşa etmek demektir. Nellie Bly bunu defalarca kanıtladı.

Peki ya Türkiye? Bizde de gazeteciliğin tarihine baktığımızda, 10 Ocak 1961 önemli bir dönüm noktası. O yıl, 212 sayılı yasa ile gazetecilere kıdem tazminatı, çalışma saatleri düzenlemesi gibi haklar tanındı. Ancak bu haklar kolay kazanılmadı. Patronlar gazetelerini kapattılar, “Dokuz Patron Olayı” olarak bilinen süreç yaşandı. Ama gazeteciler yılmadı, kendi gazetelerini çıkardılar. “Biz varız!” diyerek halkı bilgilendirmeye devam ettiler.

Bugün o ruhu arıyoruz. Gerçek gazetecilik, artık ya mahkeme salonlarında susturulmaya çalışılıyor ya da sosyal medyanın gürültüsü içinde kayboluyor. Bir habercinin, haber yaptığı anda kendisinin haber olması an meselesi artık.

Ama umutsuz olmamalıyız. Çünkü hâlâ gerçeğin peşinden koşan, cesaretle kalemini kullanan gazeteciler var. Nellie Bly’ın hikâyesi, bizlere gazeteciliğin sadece bir iş değil, aynı zamanda bir mücadele olduğunu hatırlatıyor.

10 Ocak, sadece bir kutlama günü değil, mesleğin bugünkü durumunu sorgulamak için de bir fırsat olmalı. Belki bir gün, gerçek gazetecilik yeniden eski onurlu yerine kavuşacak. Nellie Bly’ın cesareti, bugünkü gazetecilere ve bizlere bir ilham olsun. Ve 10 Ocak yalnızca geçmişi hatırlamak değil, özgür gazeteciliğin zaferini kutlamak için bir gün olacak.

Ne dersiniz, o gün düşündüğümüzden daha yakın olabilir mi? 😊