Neden Yalnızlaşıyoruz?

DUYGU DAŞSEMİR
Kalabalıkların tam ortasında hiç bu kadar yalnız hissetmiş miydiniz? Aslında modern çağın en büyük çelişkisi tam da burada başlıyor. İnsanlar birbirine hiç olmadığı kadar yakın görünüyor ama ruhlar hiç olmadığı kadar uzak.
Yalnızlaşmamızın birkaç nedeni var. İlki, hız. Hayat öyle bir tempo dayatıyor ki kimsenin kimseye vakti kalmıyor. Dostluklar, sabır isteyen ilişkiler, emekle büyüyen bağlar; hepsi “hızlı tüketim” anlayışına kurban gidiyor. Bir mesaj atıp yanıt alamadığımızda bile sabırsızlanıyoruz. Oysa gerçek bağların zamanla inşa edildiğini unutuyoruz.
İkinci neden, görünürlük takıntısı. Sosyal medyada yüzlerce arkadaşımız, binlerce takipçimiz olabilir; ama gerçek bir omuz aradığımızda kapısını çalabileceğimiz kaç kişi var? Dijital kalabalıklar, gerçek dostlukların yerini tutmuyor. Biz de kalabalık içinde yapayalnız kalıyoruz.
Bir diğer sebep de bireyselleşmenin yanlış anlaşılması. “Kendi ayaklarının üzerinde durmak” ile “kimseye ihtiyaç duymamak” arasındaki ince çizgiyi karıştırıyoruz. Güçlü olmayı yalnız kalmakla eşleştirdikçe, fark etmeden kendi etrafımıza duvarlar örüyoruz.
Ama işin yumuşak tarafı da var. Yalnızlık, bazen bir fırsattır. İnsan kendiyle yüzleşmeyi, kendi iç sesini duymayı yalnızken öğrenir. Mesele yalnız kalmak değil; yalnızlığı bir zindana mı, yoksa bir okula mı çevirdiğimizdir.
Belki de asıl sorun, yalnız kalmaktan değil; yalnız hissetmekten korkmamız. Çünkü yalnızlık, doğru kullanıldığında insanı güçlendirir. Ama unutmayalım: Hiç kimse, sonsuza dek yalnızlıkla mutlu olamaz. İnsanın ruhu paylaştıkça çoğalır.
Bugün kendimize şu soruyu sormalıyız: Gerçekten yalnız mıyız, yoksa paylaşmayı unuttuğumuz için mi böyle hissediyoruz?
İlk Yorum yapan siz olun!