Medyada yozlaşma ahlaksal ve duygusal...!
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun "kalemini satan gazetecilerin gazeteciliğini sorgularım" açıklamasını dinleyince, gazetecilik mesleğinin ahlaki boyutunun nereden nereye geldiğini düşündüm. Mesleğe ilk başladığım yıllarda, kendilerinden çok şey öğrendiğim meslek büyüklerimin "haber bir gazetecinin namusu, kalemi de silahıdır... Ama o silahı kişisel çıkarı için kullananların ahlakı sorgulanmalı..." sözünü anımsadım bir kez daha.
"Gazeteci ile haber kaynağı arasındaki ilişkinin özel yaşamda nasıl olduğunun bile kamuoyunca sorgulanması gerektiğine inanıyorum. Ancak, gazeteci/haber kaynağı arasında ki mesleki ilişkinin gazete ve TV ekranlarından kamuoyuna aktarılma/ daha doğru bir deyimle gözüne gözüne sokmanın amacı, asıl sorgulanması gerekendir.
Gazete ve özellikle TV ekranlarında bir siyasi parti genel başkanından, Kemal Bey Meral Hanım, genel başkanım, Cumhurbaşkanı ya da Başbakan'dan "Cumhurbaşkanım Başbakanım diye söz edilmez, çünkü haber dili evrenseldir..." kuralı mesleğe başladığımda meslek büyüklerimden öğrendiğim temel kuraldı.
Havuz medyasının yaşı 80’e merdiven dayamış olanlarla, bizim kuşak haber peşinde koşardık. "Suya agu" diyen bugünün kalemşörlerinin, "Muhterem Cumhurbaşkanım, Reis, çok değerli bakanım" tanımlarının yanı sıra, özgür ve özgün medyanın "dostum, arkadaşım, abim, Kemal Bey, Meral Hanım " tanımları arasında hiç bir fark yok. Bu ise "ne ekersen onu biçersin " sözünün yozlaşmış medyanın kuralı haline geldiğinin açık kanıtı.
Yarınları görebilmek, yarınları kurtarabilir…
Siyasetçinin medyada ektiğinden elde ettiği hasadı siyasi arenada, medya mensuplarının inkâr edilmeyecek hasadını da, yaşamlarının her anında, bunun diyetini ödeme şekillerini de kalem ve dillerinde görüyoruz...
O nedenle, okur - izleyici, kendine sunulan albenili ambalajların görünümüne değil, ambalajın altındaki gerçekleri bilerek bugünü yarınları görme konusunda kararlı olmalı. Bu kararlı bilinçli okur/izleyici olmak, amigo gazeteci/ yazarlara, amigo okur - izleyici olmaktan kişiyi kurtarır ve gerçeği görmesini anlamasını sağlar. Buda, medya ile gerçeklerin üzerine örtülen karanlığı yok eder.
Canlı yayınlarda, tartışma programlarında, "Başbakanım, Genel Başkanım, Bakanım" diye konuğu ile özdeşleşen bir gazetecinin soracağı sorunun, alacağı cevabın inandırıcılığı her zaman tartışılır, tartışılmalı. İktidar temsilcilerinin karşısında "nefes almaktan" bile korkanların, muhalefet temsilcileri karşısında rahat olma ile saygısızlığı karıştırmalarına "hoş görülü olma" adına sesiz kalınması, seçimden sonra Kılıçdaroğlu'na yönelik linç kampanyası başlatan meslek ahlakının "A" sından bihaber olanları giderek cüretkâr ve saldırgan yapıyor.
Bazı eski gazeteci/vekil yeni gazeteci eski vekillerin ekranlarda, "parlamentoda beraber görev yaptık, meclis lokantasında çaya çorbaya beraber limon sıktık" yaklaşımı ile 'telefon ekranına" bakıp, "Tanju, Haydar, Tahsin vs..." mesaj atmış diyor ki" tavırları siyasetçi/gazeteci ilişkilerinde ki yozlaşmanın vardığı en utanç verici noktadır.
Meslek ahlakı olanlar ayağa kalksın…
Bu noktada, tüm sorumluluğu medya mensuplarına yüklemekte haksızlıktır. Partisi için halka hizmette önemli, kongre ve kurultaylarda da, parti yönetiminde olmak için "Çok önemli(!)" olduğu inkâr edilemez siyasetçi belediye başkanları, bugünkü, gazetecilik mesleğinde ki yozlaşmanın anahtarı ve ateşleyicisidir.
Düzenlenen bir etkinliğe bir toplantıya görevini yapmak için gelmek isteyen gazetecinin "geleceğim ama..." notunu alınca, envanterde bulunan en lüks aracı evinin- işyerinin önüne gönderip, dış kapıda karşılayanlar bu yozlaşmaya da zemin hazırlayanlardır…
Ayrıca meslek ahlâkı günümüzde de çokça tartışılan bir gazetecinin doğum günü etkinliğinde, sahneden "abim, arkadaşım, büyük gazeteci" diye kutlayıp, pastadan ilk dilimi eliyle yediren belediye başkanı ve siyasetçilerin bu yozlaşmada suçu yok demek mümkün mü?
Peki, parti içi rekabet, eş, akraba dost kazansın, diye partidaşı da olsa rakip olarak gördüğü siyasetçi sırf kaybetsin diye ön seçime aday adaylık parası da ödenerek sokulan, gazetecilerin varlığı da bu yozlaşmanın bir ürünü değil de nedir? Üstelik bu gazeteci, hasbelkader bir dönem TBMM ye giren veya partide delege ağalarının isteği ile parti meclisine girmişse, destek için kılıf da hazırdır zaten… Maksat rakip kaybetsin de gerisi nasıl olsa halledilir…
Karşısındaki konuğun her sözünü "onayladığını" göstermek için başını emme basma tulumba gibi sallayan, soru sormak için "efendim izin verirseniz..." diyen, konuğun oraya soru sorulsun diye çağrıldığını yok sayan, "hayır izin vermiyorum" derse "emriniz olur efendim" diye sormayacak kadar haber kaynağı ile özdeşleşenlerde, bu yozlaşmanın başka bir türü.
2018 Cumhurbaşkanı seçim gecesi Muharrem İnce’nin "Adam kazandı SMS'i" ülkenin yazgısını değiştiren bir seçim - sayım sonucunu belirleyen etkenlerden biridir. İnce, gelen eleştiriler üzerine, "İsmail Küçükkaya arkadaşım dostumdur gazeteci diye yazmadım o SMS' i" açıklamasını yapınca, Küçükkaya' nen "ben gazeteciyim böyle bir mesaj haberdir, verdim" yanıtı, siyasetçi- gazeteci ilişkisinin mesleki ortamda, "Muharrem - İsmail, kankan, baba, abi" olmaması gerektiğinin en ilginç örneklerden biridir. Tıpkı, okul arkadaşı, yakın dost, ailece görüşüyorlar fısıltıları ile şekillendirilen İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Fatih Portakal örneğinde olduğu gibi.
Kazanılan seçimin AKP tarafından "olmadı bir daha" diye yenilenmesi için geçen sürede, Portakal'ın "Ordu havaalanı VİP Skandalı " senaryo - haberi ve parmağını ekrandan dışarı çıkarırcasına sallayarak "Bak Ekrem" diye bağırması da bu yozlaşmanın en acı ve çirkin örneğidir. Oysa bilinen bir gerçektir ki, mesleki ilkeler ve meslek ahlakından yoksun ilişkiler, gazeteci için olduğu kadar, özellikle siyasetçi içinde tehlikeli ve risk içerir.
Yalancı yazar – Muhafazakâr Çapkın!
Bir dönem TRT Genel Müdürlüğü de yapan Nasuhi Güngör'ün yazdığı kitap nedeniyle Erdoğan ve AKP’lilerden tepki alınca, "yazdıklarımın hepsi yalandı" diyerek "YALANCI YAZAR" olarak edebiyat tarihine ismini yazdırmasına rağmen halen TV’lerde gazeteci/YAZAR kimliği ile iktidar savunucusu olmasını kimse sorgulamıyor. Son dönemlerde sosyal medya da yeni bakanlarla fotoğraflarını paylaşıp " bakanımla... " diye başlayan mesajlar verip, iktidara muhalif olan sanatçılara "kıyafetleri" üzerinden bile ahlak dersi veren Sevda Türküsev'in yazdığı "MUHAFAZAKÂR ÇAPKINLAR BENİMLE SEVİŞMEK İSTİYORLAR..." kitabında o mahallede ve "ahlaksız" olarak gösterilip linç çağrısı yapılanlarca hiç sorgulanmadı.
Özellikle, Özal döneminde başlayan medyanın Cağaloğlu’mdan plazalara taşınması, özel TV’lerin kurulması ile siyasetçilerle tatil yapan, yalılarında siyasetçileri ağırlayan, Başbakanı pijaması ile karşılayan "ben Ona dedim, o bana dedi..." diye ülkeyi yönetenlerle ne kadar samimi, ense tokat oynadığını anlatan medya patronlarına şahit olduk…
Bu patronlara, assolisti, yazar/ gazeteci tayfası da eklendi. Bu kepazelik, çanak tutan siyasetçiler güçlendikçe büyüdü, onlar büyüdükçe medyada yozlaşma kalıcı bir kural olarak benimsendi giderek yayıldı,
Artık, kim kimin abisi, kim kimin dayısı, hangi bakanın eşi hangi gazetecinin ablası yengesi, hangi siyasetçiye hangi gazetecinin oğlu "amca" diyecek kadar al takke ver külah oynuyor izleyemez olundu.
Hadi, yumuşatarak söyleyeyim, "kim kimi tutuyor, kim öpüyor, kim öpülüyor? Neden öpüyor? Neden öpülüyor, neden öptürüyor?" çözmek mümkün değil.
Aynaya utanmadan bakabilmek
Bundan dolayı, Kılıçdaroğlu'nun "kalemini satan gazeteciyi sorgularım" sözünü, geç kalmış bir söz olarak görmemle birlikte, bu sorgulamanın ilçe, il örgütleri, belediye başkanları, milletvekilleri ve tüm CHP'lilerce yaşama geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Kılıçdaroğlu'nun konuk alındığı programda SADAT reklamı yayınlayan medya patronları ve onların vitrin süslerini "DUAYEN/BÜYÜK ATATÜRKÇÜ" diye alkışlayanlar keşke bir düşünseler…
Alkışladığı ellerinin kirlendiğini görüp sorgulamaya başladıkları an, Kılıçdaroğlu'na "PİŞKİN çekil o koltuktan, Ekrem, Muharrem, Tanju sen geç otur" diyen hadsiz saygısız KAZteciler kendilerini imha edecektir.
İlk Yorum yapan siz olun!