İçsel Denemeler

Yıllar , yollar, insanlar , mesafeler , kızgınlık arası aşklar , çalışmanın aslında hiç de işe yaramadığını fark ettiğin hayat çıkarımları ve akıp giden zaman. Hem de yanı başında aklının 3 karış yukarısından akıp giden zaman. Yollar ve yıllar sonra aklına geçmişten cımbızla alınan bir An’ geldiğinde , sanki arabada seyir halinde iken yanı başında yaşanan ağır çekimli bir kısa film gibidir. Ve aslında baş rolde kendini seyredersin belleğin labirentlerin de hislerinin önüne ışık tutmasıyla farkında olursun o An’ın.

İçsel Denemeler

Bazen eski bir müziğin unutulmuş notasında bulurum kalbimin kırıntılarını. Sanki uzansam ve tutsam o zamanı avucumun içinde , aynı titrek çırpınış ile aynı ritim de yaşanabilir miydi? Yoksa sonsuz olasılıklar zincirinin başka bir halkasında yeniden takılır mıydı aklımın bir çıkıntısına ! Bilmiyorum, bilemiyorum! Ama o sonsuz olasılıkları bilmek evrenin en ücra köşelerini bir uzay aracında güven içinde heyecanla gezmek gibi bir duygu olurdu.  


Düşümü düşündüğüm bir an ; sadece kendi geçmişim beni alıkoymuyor. Şöyle, beni ben yapan hayat basamaklarına doğru meylediyorum. Hayatımın başlangıcına geliyorum. Sanki  hiç gitmemiş gibi .Ülkenin kuzeyinde hayat şartlarının  el verdiği ölçüde var olmayı başarabilmiş cabbar bir ırkın veliahtıyım ben.  Dik bayırların üzerinde tek ayak ‘kartopia’ yani patates eken insanların düz yolda beş taş oynayarak büyüyen, iki dil konuşanların  torunuyum. Başlangıç atalarımın hepsi o yüksek rakımlı yeşilliklere ekildiler uzun zaman önce. 


Kültürlerin yeniden kaynaşarak ne tam kendiliğini  oturtabilmiş ne de başka bir kültüre tam olarak kaynaşabilmiştir yörenin insanları. Tıpkı dünyanın diğer insan renkleri  gibidir. Yaşar ,değişir, dönüşür ve hatta bunları ilk başlarda direnç ile değişmeme adına yapar. İnsanlık tarihini  okuyunca nicedir düşünürüm. Ne çok sonsuz sandığımız şeyler aslında yakın sonludur. Nice olmaz dediklerimiz olmuştur ve niceleri de olmamış  gibi davranmıştır bize. 


 Sonsuz bir boşluğun çekim noktasının üzerinde birimizi ite kaka nefes almaya yaşamak demiş üzerine de hiç düşünmemeye yemin etmiş gibiyiz. Bu yemin her dil her dinde aynı sözcüklerle mühürlenmiş , özümsenmiş ve unutmuşuz. Kimse sormasın sorarsa da hatırlamayalım diye. Pandoraya emanet vermiş gibiyiz ‘umudu’ hem de tam gardrobun içinde unutmuş gibiyiz.  


Yarım yüzyıl iyi bir zaman bu gezegen üzerinde. Yaş aldıkça o akıp giden zaman birilerini de yanında götürüyor. Hem de sen ona ne kadar tutunmuş olursan ol fark etmiyor. Bazen haberli bazen de birden sana yörüngeni şaşırtabiliyor. Bir fotoğraf karesinde , bir sosyal medya dediğimiz hafızamızdan ya da bir gülümsemenin gamze kenarından fırlıyor bir An’ , bir anı! Hoooop birden o ana ışınlanıyorsun!  


Kim demiş zaman makinesi yok diye. Elbette var hem de ezeli eveli var. O anda ne yaşadıysan ne kokladıysan ve ne hissettiysen , gidenin arkasından hatırlıyorsun ziyadesi ile. İşte o zaman diyorsun ki ‘hayal mi ‘ ‘gerçek mi’ . Hem çok yakın hem çok uzak , hem çok sıcak hem çok soğuk. O duygular ise çok gerçek. O öfke hala çok yakıcı , o bakan gözlerde ki sevgi o kadar gerçek , o ayrılık bir o kadar daha acı ve gerçeklik bir o kadar daha net! 


Yüz yıllardır yaşanan ve artık fazlasıyla eskittiğimiz bu zavallı gezegen  üzerinde sadece bizi mi taşıdı sizce! Yaşanan o kadar duygu, kayıp, nefret, savaş , iktidar , aşk , coskun histeri , hastalık, şifa , dua ve bizi biz yapan mitlerin toplamı..tüm insanlık tarihi toplam da 70000 yıl diyorlar bu sadece bir sayı , toplamın kendisiyle çarpılan sayının permütasyon sonucundan fazlasıyız emin olun. Henüz bu toplamı yazabilecek sayılar kurgulanmadı.  


Düşlüyoruz , özlüyoruz, koşuyor koşturuyoruz, hırslanıyor bileniyoruz, kazanma şansımızın olmadığı savaşlara kumandan edasıyla giriyoruz, geçmişi unutmak geleceği de kendi bildiğimiz filmin son karesi yapmak için ter döküyoruz, dünyayı dolaşıyor ve yine başladığımız noktaya hızlı ve ağır çekim geliyoruz. Köklerimizi bir yerlerde bırakıp yeniden köklenmek için kimlik değiştiriyoruz. Soyumuz bir yerden geliyor sonsuzumuz ise bizi bir yerlere doğru savuruyor. Kayboluyoruz günün temposundan , kendi yanımızdan geçip gidiyoruz. Tonlarca para veriyoruz kendimizi fark etmek için !  


Böyle zamanlarda  bir an duruyorum,tüm göçmüş olan insanlarımı  düşünürüm. Göçerken anılarını bırakmışlardı , sadece an’larını. Bazılarını sevgiyle bazılarını da, gereksizlik ile andığım insanlarınların bende ki emanetleri. Çoğu insan bu anlarda ‘her şey boş ‘ diye hayıflanır , ve tüm hayatı boyunca biriktirdiği bu zenginliği çer çöp eder. Ben ise ‘O an hiçbir şeyin boş olmadığını her şeyi kendim kendi ellerimle doldurduğumu fark ederim. Her birinden bana kalan o emanette bir duygum filizlenmiş ve bana yerenlik etmiştir. Bazı yarenlerim o kadar kıymetlidirler ki , onların gitmelerini unutmak için gözlerimi kapatır ve o zaman dilimine yolculuk ederim  hasretle .İnce ince dokurum o duyguyu, iğne oyası gibidir duygumun her  kıvrımı. Göz pınarlarımın köşesinde bir sıcaklık hissi belirir ve sorarım Çok sevdiklerime sorarım ‘ gerçekten ama gerçekten yaşadın mı’ diye..O an yaşadığımı anlamam an meselesidir , aldığım nefes değil kastım, sahiplendiğim , tasarladığım tüm sahnelerdir  yaşadığımı hissettiren şey. 


Ve açarım gözlerimi kaldığım yerden sevgi , özlem ve umutla devam ederim.