GÜNAYDIN

GÜNAYDIN

BARIŞ YAVAŞ

 20.’inci yüzyıl bitip, milenyum ismini taktığımız yeni çağımıza adım atarken ne mutlu ve de ne umutluyduk.


 Bloklaşma bitmiş, SSCB kendini feshetmiş, tek ‘’kutup’’ kalmış ve dünyanın barış ve istikrara doğru emin adımlarla yürümesine engel kalmamıştı. 


Hayat artık kolaylaşacak, herkes sağlık, eğitime ulaşacak, insanlar ev ve araba sahibi olup refah seviyeleri artıracağı kesindi.  

Ne de mutluyduk...

Biz insancıklar böyle cıvıl cıvıl kapitalist rüyalarda neşe içinde ne güzel hoplayıp zıplıyorduk o günlerde. 


Bu yeni ‘’La Fonteine'den masallar, yârim seni kim sallar, bireyselim ben bireysel’’ yüzyılı hepimizi sarıp sarmalamış coşturuyorken hakikatin tokadı Covid isminde minicik bir virüs ile pehlivan tokatı gibi ensemize şaak diye inince, rüyadan uyanıp dünya üzerinde kimsenin güvende olmadığı anlaşıldı. 

Günaydın meseleye gelelim; 21.’inci yüzyıl, hemen yanı başımızda sürmekte olan Rusya-Ukrayna savaşı, yine bölgemizde başlayan emperyalist güçlerin İsrail üzerinden alenen yaptığı Gazze Lübnan katliamları neticesinde, bu ‘’milenyum’’ çağının aslında yeni bir kapitalist sömürge yarışı çağı olduğunu, insan hayatının bütün değerlerini hiçe sayıldığını, büyük insani göç dalgalarının devam etmesine neden olacağını görebiliriz.


Tarih boyunca bu tip büyük toplumsal göç hareketleri devletlerin en korkulu rüyasıdır. Günümüzde Suriye, Irak, Afganistan, Afrika ülkelerinin yanına Lübnan’dan gelecek nüfus korkusu, başta Türkiye’yi ve AB’yi sarmış durumda. Boşuna Alman devletinin şansölyesi gelip Erdoğan’ın elini sıkmadı. 


İnsanlar hiç olmadığı kadar, günlük kenarda köşede aralarında yaptıkları sohbetlerinde üçüncü dünya savaşı ihtimaline mutlaka vurgu yapacak gündemler içerisine sokuluyor. Nükleer güç denemelerinin artan sıklığı göz önünde bulundurup kıyamet senaryoları yazanlar bile var. Batıdan doğuya, kuzeyden güneye, Akdeniz’den Pasifik’e sular ısınmakta, tüm kapitalist devletler ‘’milli’leşmekte, sorunları tartışıp çözmek yerine herkes ‘’kendi çapında’’ silahlanmakta ve her devlet dışarıda müttefikler aramakta. 


Kuzey Kore ve Rusya’nın, ABD ve Japonya ve Güney Kore’nin anlaşması, Kore yarımadasında sınıra yakın yolların ve rayların bombalanması, bitmek bilmeyen tatbikatlar, Nato’nun Suriye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de, Lübnan’da ve daha bir çok yerde ki askeri saldırıları yetmiyormuş gibi nükleer silahlanmaya devam etmesi, Putin ve Şi’nin açık açık ittifak olarak Kuzey Denizi’ndeki savaş tatbikatları, uzay silahlanma manyaklığı, istihbarat savaşları... Tüm bunlar karşısında dünya genelini saracak konvansiyonel kapitalist sömürgeciler savaşının çıkma ihtimali vardır desem, herhalde 2000 yılında ki insanı güldürsem bile 2024 yılında ki insan beni biraz ciddiye alır. 

Gelinen nokta ilk çeyrekte ne yazık ki budur. 


Tarih hep yanıltır insanı, egemenlerin hepimiz adına dizayn etmek istedikleri düzenin, günün sonunda küçük bir sermaye grubu dışında herkesi ezeceği ve sömüreceği açıktır.


Toplumların sınıflara ve birbirine düşman kamplara bölündüğü, ülkelerarası ticari rekabetin tekeller ve karteller arasında ki mücadeleye dönüştüğü, ticaret adı altında yapılan bu karteller arası mücadelenin, kısacası dünya paylaşımının en yüksek aşaması olarak savaşın gittikçe toplum arasında normalleşip bir alternatif olarak görülmeye başlandığı bir dünyada sömürge paylaşım savaşlarının yaşanması eşyanın tabiatı gereğidir zaten. 


Önümüzde bizi bekleyen, hepimizi altında ezecek olan gelecek karşısında, ancak ve ancak narin kalpli cesur insanların direnişi, sömürülen herkesin birlikteliği insanlığı ayakta tutacaktır. Fransız Devrimi’nde, Ekim Devrimi’nde, Kemalist Devrim’de ve sömürgeciliğe emperyalizme karşı zafer kazanmış devrimci ve ilerici her hareket bizlere göstermiştir ki evet tarih hep yanıltır insanı, bazen hiçbir şey planlandığı gibi gitmez. Umutsuz durumlar değil umutsuz insanlar olur. Bir bakarsın kuyuda ki Yusuf Mısır’a sultan, başlar ayak ayaklar baş olur