Bir halkla nasıl alay edilir?

Devletin açlık sınırı mı, yoksulluk sınırı mı tartışmaları sürerken ne aç ne de yoksulluğa layık olmadığını haykıramayan Türk halkı, kendisine birileri tarafından dayatılan, bu sınırda kıt kanaat yaşama düzenini ne yazık ki kader olarak kabul eder. Neden kategorize edilmiş sınırlar içinde bir yaşama mahkûmdur, bizim insanımız… Tarihimizde ilk defa peynir fiyatı, et fiyatını geçerken, emeğin temsilcileri ile siyasetin tespit ettiği asgari ücretler bile açık ara farklılık arz eder. Seçim zamanı hatırlanan halkı ve ihtiyaçlarını bilmek ve çözüm üretmek, vaat üretmekten zordur tabii…

Bir halkla nasıl alay edilir?

Türkiye’de yaklaşık 8 milyon aile asgari ücretle geçinebilme mücadelesi veriyor. Ülke gerçeğinden habersiz olarak TUİK’in açıkladığı enflasyon ile ENAG’ın açıkladığı enflasyon arasında neden fark olduğunu sorgulamayan Türk halkı, ancak market alışverişlerinde gerçekle yüzleşiyor. O zaman anlaşılıyor ki, biri sırça köşkün diğeri ise halkın enflasyonu…  Eğer halkın enflasyonu temel alınırsa asgari ücret rayına oturtulursa, BOTAŞ’ın görev zararı nasıl ödenir? Peki, BOTAŞ neden zarar eder?Yöneticileri ne yapar? Bu zarar nasıl oluşur bilinmez ama tazmin edecek olan, yine değişmez. Açlık sınırında yaşamaya layık görüleni halk ve maaşından kesilen vergiler…

Tüm bu sorunlar içinde debelenirken çocuklarımız okulda açlıktan bayılırken, türbana anayasal düzenlemeye mi, millet ittifakının adayı kim olacağına mı öncelik tanınmalıdır?  Vicdanlar taş olmuşsa, tokun açın halinden anlamadığının altını çizer, tüm bu öncelik yoksunu eylemler bütünü…

Devletin açlık sınırı mı, yoksulluk sınırı mı tartışmaları sürerken ne aç ne de yoksulluğa layık olmadığını haykıramayan Türk halkı, kendisine birileri tarafından dayatılan, bu sınırda kıt kanaat yaşama düzenini ne yazık ki kader olarak kabul eder. Neden kategorize edilmiş sınırlar içinde bir yaşama mahkûmdur, bizim insanımız… Tarihimizde ilk defa peynir fiyatı, et fiyatını geçerken, emeğin temsilcileri ile siyasetin tespit ettiği asgari ücretler bile açık ara farklılık arz eder. Seçim zamanı hatırlanan halkı ve ihtiyaçlarını bilmek ve çözüm üretmek, vaat üretmekten zordur tabii…

Hükümet 2023 yılındaki asgari ücreti brüt 7 bin 500 ila 8 bin 500 arasında olacağı tahmin edilirken, gelen öneriler şöyle;

Çalışma Bakanlığı 7 bin 845 lira,

CHP 10 bin 128 lira,

İYİ Parti 9 bin 600 lira,

TÜRK-İŞ 9 bin lira,

DİSK 13 bin 200 lira

TİSK ise rekabeti kaybettirmeyecek bir rakam olması gerektiği görüşünde… Millet aç gezsin ama biz rekabetçi olalım… Nasıl bir anlayıştır. Bütçe görüşmelerinde 2023 yılı için yüzde 58 prim desteği alan işveren kendine bunu hak görürken asgari ücretin de bu yönde artması rekabeti düşürüyormuş!  Vah vah…

Refah Avrupası

Tüm Avrupa’da asgari geçim standardı, bir ailenin market alıverişi, tatil, eğitim gibi ihtiyaçlarının karşılama oranına göre hesaplanır. Az kazanan ile çok az kazanan arasında bırakın farkı uçurum olmasına dahi izin verilmez. Dolayısıyla toplumdaki kavganın da önüne geçilir. Yani asgari ücret,  bir kişinin az maaş olması değil, insanca yaşaması gereken standartlar üzerinden belirlenir.  Birçok Avrupa ülkesinde karı kocanın çalışması halinde iki çocuklu bir ailenin maddi sorunlarının olmadan yaşamlarına devam edebileceğini görünce,  canhıraş geçim mücadelesine rağmen “yetememenin” verdiği çaresizliğe,Türk insanının mahkûmedilmesini anlamak ne yazık ki mümkün değildir.

 

Geçtiğimiz yıllarda eline 800 lira kalan bir asgari ücretliye, “simit yemesini” öneren hatta “ben 800 lira ile geçinirim” diyebilen bakanlara şahit olmuştuk. Meclis lokantasının pahalılığından dem vuran kendi maaş zamlarını gece yarısı sessiz sedasız geçiren milletin vekilleri, ayda 800 lira ile geçinmedikçe halden de anlamayacakları belli oluyor…

Bu örnekleri görünce, biz anlaşılmayı bekleyen halk, “Vekil maaşlarını öğretmen maaşından yüksek olmasın” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliği ve devlet adamlığının önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz…

Kendimize güvenmek çok mu zor?

Oysa halkın içinden geldiğini iddia eden ama ne hikmetse at gözlüğü takan iktidar partisi, bari sokak röportajlarına kulak verse… Hayatta kalmak ile yaşamak arasındaki farkı daha net anlar…Çocuklarına makarna bile alamayan, bayat simidi bile iki çocuğundan birinin beslenmesine koymaya gücü yeten kısacası hayat pahalılığı altında ezilen insanların derdiyle dertlenemeyenlerin rahatlığı, canınızı yakmıyor mu? Hayatta kalma mücadelesi yaşamdan zevk almaya bir türlü dönüşemez bizim topraklarımızda… İstediği restorana gidemez, yurt dışına çıkamaz, istediği gibi giyinemez, sanat eserleri toplayamaz, hobilerini finanse edemez. Gücü yetmez çünkü…

Hitler Almanya’sından göç ederek Türkiye’ye gelen ve İstanbul Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan ünlü iktisatçı Fritz Neumark, “Siz Türk’ler özünüze döndüğünüz zaman Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır” diyor… Başkaları bize güveniyor, inanıyor ama biz bir türlü kendimize güvenemiyoruz.

Mutlu olması gereken çocuklarımızın ve gençlerimizin gözlerindeki ışığı söndürürken ekonomiden sorumlu bakanın gözlerindeki fersiz ışık mı bunca umutsuzluğa çare olacak?  Ayrıca ekonomiyi iktisat ilminin kurallarını hiçe sayarak gözlerindeki ışıkla anlatmaya çabalayanlar, utanç tarihindeki yerlerini de çoktan aldılar… Çünkü artık Türk insanı, açlık ve yoksulluk sınırı olmadan emeğinin karşılığını aldığı ücretle, geçimini sağlamayı, daha mutlu bir hayat yaşamayı istiyor…

Çok mu?